3 Ocak 2023 Salı

 HIRİSTİYAN İNSAN GÖRÜŞÜ

 

Modern kültürün görünüşte tümüyle reddettiği, ne ki insan doğasını değerlendirmede sandığından çok daha fazla etkisi altında kaldığı Hıristiyan insan görüşü, burada kapsamlı olarak incelenecektir.

 

Bu noktada, önce Hıristiyan görüşünün klasik insan doktrininden farklılığını ortaya koymalı, sonra ilerlemeliyiz.

 

Tıpkı klasik görüşün Yunan metafiziksel varsayımlarıyla şekillenmesi gibi, Hıristiyan görüş de sonuç itibariyle Hıristiyan inancının varsayımlarıyla şekillenmiştir.

 

Hıristiyanların dünyanın yaratıcısı olarak Tanrı’ya inancı, rasyonalitenin yasalarını ve özellikle de akıl ile madde, bilinç ile uzantısı arasındaki çelişkileri aşar.

 

Tanrı, sadece önceden belirlenen şekilsiz şeylere form veren zihin değildir.

 

Tanrı hem hayatiyet, hem form, hem de tüm varoluşun kaynağıdır.

 

Dünyayı O yaratmıştır.

 

Dünya Tanrı değildir, ama bu kötü olduğu anlamına gelmez.

 

 Tanrı tarafından yaratılmış olmak iyi bir şeydir.

 

Dünyaya dair bu kavrayışın insan doğası hakkında Hıristiyan düşüncesi itibariyle sonucu, idealistler ile natüralistlerin beyhude peşinden koştuğu ruh-beden birliğinin kabulüne imkân tanıması olmuştur.

 

Dahası, bu, zihni esasen iyi ya da ölümsüz, bedeni ise esasen kötü addeden idealist yanlışı da önler, ama aynı zamanda, iyiyi insan doğasında, kötüyü insan ruhunda veya zihninde arayan romantik yanlışı da ortadan kaldırır.

 

 İncil’e göre insan, ruhen ve bedenen bir fani olarak yaratılmıştır.

 

Anlaşılabileceği üzere, fevkalade rasyonel bir varsayıma dayanan bir görüşün rasyonel olarak irdelenmesi, derhal tehlikeye düşer, çünkü her şeyi rasyonel tutarlılık terimlerinde bir araya getirmeye çalışan akıl, tek bir bilineni irdeleme konusu yapıp diğerlerine buradan hareketle ve çıkarsama yoluyla varmak isteyecektir.

 

En doğal eğilimi, insanı Tanrı ilan etmek anlamına gelir.

 

Hıristiyan psikolojisi ve felsefesi bu hatadan asla tamamen kurtulamamıştır.

 

 Bu da natüralistlerin yanlış ve fakat akla yatkın biçimde, neden Hıristiyan inancını idealizmin pınar başı olarak gördüklerini açıklar.

 

Hıristiyan insan görüşünün ikinci özelliği, insanı eşsiz akli melekesi veya doğayla ilişkisi itibariyle değil, öncelikle Tanrı’nın bakış açısıyla anlamaya çalışmaktır.

 

İnsan, “Tanrı’nın imajında” yaratılmıştır.

 

 Pek çok Hıristiyan rasyonalist, bu tanımın insanoğlunu rasyonel hayvan olarak tanımlayan felsefenin kastettiği dini-resimsel bir ifadeden öte olmadığını sanmakla hata etmiştir.

 

İnsan ruhunun -sonsuz regresyon terimlerinde- sürekli kendi dışında durabilme/olabilme gibi, özel bir kapasitesi bulunduğuna daha önce değinmiştik.

 

Bilinç, dünyayı izleme, keşfetme ve hâkim bir merkezden eyleme yön verme kapasitesidir.

 

Öz bilinç, “kendi kendi”ni kendisinin sürekli olarak nesnesi değil, öznesi olarak kalacak biçimde, kendini kendisinin nesnesi yaptığı daha da öte bir aşkınlığı ima eder.

 

Dünyayı izleme, keşfetme, genel kavramlar oluşturma ve dünyanın düzenini/işleyişini analiz etme olarak tanımlanan rasyonel kapasite, böylelikle Hıristiyanların “ruh” olarak bildiği şeyin, sadece bir yönü olur.

 

İnsan kendini ancak dünyayı bilebildiği kadar bilir, çünkü hem kendisinin hem de dünyanın dışında durmaktadır.

 

Bu demektir ki, insan kendi kendini, ancak kendi dışından ve dünyadan algılandığı şekilde anlayabilir.

 

İnsan ruhunun esasen mekânsız oluşu, tüm dinlerin ilgi alanıdır; çünkü kendisinin ve dünyanın dışında duran “kendi kendisi”, yaşamı veya dünyayı kendi başına anlamlandıramaz.

 

Doğadaki nedenselliğin anlamını teşhis edemez, çünkü anlaşılan odur ki, ruhun özgürlüğü doğadaki gerekli/zorunlu rasgele bağlantılardan farklı bir şeydir.

 

Anlamın özünü rasyonalite ile özdeşleştiremez, çünkü mesela rasyonel formlar ile doğadaki tekerrürü ve doğal formlar arasında ilinti olup olmadığını, kendi rasyonalitesini aşarak sorgulayabilmektedir.

 

İşte ruhun bu özgürlük kapasitesidir ki, büyük kültürleri ve felsefeleri sonuç itibariyle rasyonalizmin ötesinde mütalaa ederek, yaşamın anlamını varoluşun koşulsuz/muğlak zemininde sorgulamaya yöneltir.

 

Ne ki, insan düşüncesi açısından varoluşun bu koşulsuz/mutlak zemini, bu zemin Tanrı oluyor, ancak olumsuz olarak tanımlanabilir.

 

 Genel olarak mistik dinlerin ve özellikle de Batı kültürünün Yeni-Eflatuncu geleneğiyle Hıristiyanlığın insan doğasına dair bir ilginç benzerliği, bir de önemli farklılığının bulunması, bu yüzdendir.

 

Hıristiyanlıkla ortak yön, hepsinin insan ruhunun derinliğini kendini aşma kapasitesiyle ölçmesidir.

 

Dolayısıyla, Eflatun nous‘yu Aristo gibi tanımlamaz.

 

Ona göre nous, öncelikle öz bilinç kapasitesidir ve bu kapasite sonsuzdur.

 

Mistisizm ve Hıristiyanlık, insanı sonsuzluk terimlerinde anlama/kavrama konusunda hemfikirdir.

 

Ama mistisizm ayrımsız bir nihai hakikate öncülük ettiği için, bireysellik dâhil, insanoğlunun kendine has özelliklerini temelde kötü addetmek zorundadır.

 

 Dolayısıyla, bütün mistik dinler, öz bilinç kapasitesinin doğasında ve bedensel özelliklerin dışında olması itibariyle bireyselliğin üstünde durur; ama tüm mistik felsefeler, başlangıçta vurguladıkları bireyselliği, önünde sonunda kendileri kaybederler, çünkü ölümlü özellikleri/farklılıkları, var oluşun hiçbir ayırt edici özelliği olmayan bir ilahi zeminine indirgemişlerdir.

 

Ne var ki, insanoğlunun statüsüne/duruşuna dair bu kavrayış, insana dair resmin tamamı değildir.

 

İnsanın “Tanrı’nın imajında” olduğu anlayışının ima ettiği yüksek itibar ile insan erdeminin Hıristiyan düşüncesindeki itibarsızlığının bir arada olması, tam bir çelişkidir.

 

 İnsanoğlu günahkârdır.

 

Günah, Tanrı’ya isyandır.

 

 İnsanoğlunun kötü olduğuna dair Hıristiyan görüşü çok ciddidir, çünkü kötülüğü kişiliğin/benliğin merkezine, yani iradeye yerleştirmektedir.

 

Bu kötülük, gönül rahatlığıyla, insanoğlunun fani olmasının kaçınılmaz bir sonucu veya doğanın durumsallığı ve dayattıklarının meyvesi olarak görülemez.

 

Günaha ortam hazırlayan şey, tam da insanoğlunun “yaratıkımsılığını” itirafla, kendisinin bütün yaşamın bir parçasından ibaret olduğunu kabul etmediği gerçeğidir.

 

Kendini olduğundan büyük sanır.

 

Rasyonalist ve mistik düalizmde olduğu gibi, günahlarını da fiziksel gereksiniminin, yani gerçek kendisi olmadığı yönünün parçası olması nedeniyle defedemez.

 

Hıristiyanlıkta ölümsüz insan değildir, fani insan hakkında hüküm veren.

 

Günahkâr insanı ebedi ve kutsal Tanrı yargılar.

 

Kurtuluş da ölümsüz insanın elinde değildir.

 

İnsanoğlu, özü, öz olmayandan ayrıştırıp kurtarmak üzere, kendine rağmen bölünmez.

 

İnsanoğlu, kendisiyle kendi nefsinde çatışır.

 

Nefsi, özgür iradesidir.

 

Günah olan, bu özgürlüğü yanlış kullanması ve bunu izleyen tahribattır.

 

Dolayısıyla, Hıristiyanlık, kaçınılmaz olarak, huzursuz bir vicdanın dinsel söylemini yayar.

 

Sadece Hıristiyan inancının terimleri çerçevesindedir ki, insanoğlu içindeki kötülüğün gerçekliğini kavrayamadığı gibi, bu kötülüğü kendinden başkasına atfetme hatasından da kaçamaz.

 

 İnsanoğlunu, içinde bulunduğu durumun baştan çıkardığı söylenebilir tabii.

 

O, doğa ile ruhun kesiştiği kavşakta durmaktadır.

 

Özgür ruhu doğanın düzenini bozmaya, ahengini aksatmaya neden olurken, yeni bir ahenk tesis etmesine gururu (kibir) engel olur.

 

Onun doğa güçlerini ve doğal süreçleri yaratıcı biçimde kullanmasına imkân veren özgür ruhudur; ama fani varlığının sınırları içinde kalamaması hem doğanın hem de aklın/mantığın baskı ve formlarına karşı çıkmasına/gelmesine neden olur.

 

İnsanoğlunun öz bilinci, her şeyi kapsayan geniş bir dünyaya yüksekten bakan bir kuledir.

 

Gördüğünün dünyanın kaygan kumullarının ortasına çatılmış güvensiz, dar bir kule değil, bu koca dünya olduğunu zanneder kendini beğenmişlik içinde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder