FELSEFENİN HİKAYESİ - 2
Platon
O da Sokrates gibi Sofistlerin
relativizmini çürütmeye çalıştı.
Sağlıklı bir siyasal sistemin
inşa edilebilmesi için gerekli ilkeleri kurmaya karar vererek ideal devleti
açıkladı.
Pisagorcularla ortak noktaları
vardır (İtalya’ya yaptığı seyahatte onlarla karşılaşmıştı): her şeyin özü
olarak matematik görüşü, gerçek olan idealar ve gölgelerin görünen dünyası,
ruhun ölümsüzlüğü, dini mistisizm ve çileci ahlak gibi.
Bıraktığı eserler diyaloglar
halinde yazılmıştır ve kendisi bu diyaloglarda nadiren ortaya çıkar.
Diyaloglar nihai bir tez ve bakış
açısı sunmazlar.
Kendi ortaya attığı idealar
teorisine sağlam argümanlarla karşı da çıkmıştır.
Bu nedenle idealar teorisini
gerçekten benimseyip benimsemediği bile belli değildir.
Denilebilir ki bir idea olarak
iyi teorisiyle Platon, evrensel ahlaki siyasal normların varlığını felsefi
olarak nasıl açıklamaya çalıştı.
Platon’un yazarlığı şu şekilde
yorumlanan bir seyir izlemiştir: İlk aşamasıda (Sokrates diyalogları) Platon Sokrates’a yakın durur (Sokrates
objektif bilgiyi insanlık ve toplumla alakalı olan erdem, adalet, bilgi ve iyi
gibi kavramları inceleyerek açıklayabileceğimize inanıyordu.
Bir davranışın iyi olup olmadığını belirlemek
için onu bir kalıp ya da normla karşılaştırmak zorundayız.
Davranış bu kalıba benzediği
sürece iyidir.
İyi ve adalet gibi evrensel
kavramları tanımlayarak evrensel ve değiştirilemez olan şeyi yakalıyoruz…) orta
aşamada, Platon ideaların bağımsız bir varlığı olduğunu göstermeye çalışır (Devlet diyalogunda); son olarak,
kavramlar ve evrenselin çözümündeki içsel dinamik tarafından yönlendirilerek
Platon diyalektik bir epistemolojinin izahını yapar (Parmenides diyalogunda).
Platon’un Parmenides’inde idealar teorisinin eleştirisi var.
Kısacası nelerin ideasının olup
nelerin ideasının olmadığı konusunda bir belirsizlik var.
Öyle görünüyor ki değerli
olguların ideaları var (su, ateş, iyi) ama değersiz şeylerin ideası yok (saç,
çamur…)
Var olan nedir gibi bir ontolojik
soru sorar. İdeaların ana gerçeklik (cevher) olduğunu söyler.
Daire ve üçgen gibi idealar
duyularımızla kavranamazlar, aklımızla idrak edilirler.
Platon’un idealar aracılığıyla, Evrensel-Ahlaki-siyasal
normların varlığını felsefi olarak açıklamaya çalıştığı söylenebilir bu
bağlamda idealar teorisi objektif ahlak felsefesinin bir savunusu olarak
değerlendirilebilir.
Platon’a göre bir davranışın
‘iyi’ olduğunu anlamamızı sağlayan iyi davranışlar hakkında önceden bir ‘idea’
vardır.
İdealar teorisi, ‘Var olan
nedir?’ diye sorar.
İdealar teorisi duyularımızla
kavrayabileceğimiz şeylerin ötesinde anlayacağımız fakat duyularımızla kavrayamayacağımız
kavramların bulunduğunu söyler.
Bu kavramlar, üzerine
düşünülebilecek şeylerdir.
Doğruları evrensel bir biçimde
geçerlidir.
Değişebilen temsillerin aksine
idealar evrensel ve değişmezdir.
Sadece düşüncemizde de
değildirler.
Objektif olarak var olurlar.
Platon’un idealar teorisi sadece
ontoloji değil aynı zaman da bir epistemolojidir.
Algılanabilen şeyler ve sahip
olduğumuz fikirlerin çoğu değişken ve kusurludur.
Bu bilgi mükemmel bilgi değildir.
Biz sadece kendileri değişmez ve
mükemmel olan ideaların objektif bilgisine yani epistemeye sahip olabiliriz.
Fakat duyusal deneyimlerimiz ve
dil bilimsel bir biçimde formüle edilen temsillerimiz üzerine düşünerek de
aşağı doğru bu objektif bilgiye ulaşabiliriz (soyutlama) çünkü idealar bizim
temsillerimiz ve algılanabilen ‘şeylerin’ altında yatan şeylerdir.
Sokrates’a göre, erdem bilgidir.
İnsanlar bu bilgiyi çabalayarak
elde edebilir.
Platon’a göre ise doğru bilgi iyi
ideanın bilgisidir.
Herkes bu bilgiye
ulaşamayacaktır.
Kopyalama ya da taklit fikri
Platon’un sanat görüşünde temeldir.
İdrak edilebilen şeyler ideaların
kopyalarıdır.
Sanat yapıtları ise idrak
edilebilen şeylerin kopyalarıdır.
Yani kopyanın kopyası.
Aristo
Platon’un düşüncesinin
matematiğin etkisinde kalması gibi Aristo da biyolojinin etkisinde kalmıştır.
Platon’un öğrencisidir.
(Kendisi de Makedonyalı İskender’
hocalık yapmıştır).
Platon ebedi ve kusursuz bir
ideal devlet teorisi geliştirmeye uğraşırken, Aristo mevcut devlet biçimlerini
incelemekle işe başlayarak, bu devlet biçimleri arasında mümkün olan en iyisini
bulmaya çalışır.
Aristo, biyolojiye olan
ilgisinden dolayı gözlemlemeyi ve sınıflandırmayı da önemsemiştir.
Platon, ideaların gerçekte var olan
şeyler olduğunu söylerken Aristo, bağımsız bir biçimde var olanın belirli
şeyler yani ‘tözler’ olduğunu söyler.
Tözlerin nitelikleri vardır,
niteliklerse tözlerin nitelikleri olarak vardırlar; fakat bunun ötesinde
niteliklerin herhangi bir bağımsız mevcudiyetleri yoktur.
Aristo tözlerin gerçekten var
olan şeyler olduğunu ancak bu bahsettiğimiz niteliklerin ve cinslerin, tözlerin
içinde veyahut bunlarla birlikte var olduğu müddetçe görece bir varlığa sahip
olduğunu iddia etmektedir.
Hem Platon hem Aristo kavramsal
kelimelerin var olan bir şeyle ilgili olduğuna inanır.
Ancak Platon, bu ‘bir şeylerin’
sezilebilir olguların ‘ardında’ var olan idealar olduğuna inanır.
Aristo ise bu bir şeylerin
sezilebilir olgular içinde var olan formlar olduğuna inanır. Aklın yardımıyla
evrenseli ya da formları kavrayabiliriz (soyutlama).
Aristo’da duyusal deneyim,
ampirik olan daha olumlu bir konumdadır. Aristo’ya göre nihai olarak sadece
belirli şeyler (tözler) vardır.
Aristo’ya göre bilgiye giden
yoldaki ilk adım belirli şeyleri duyumlarımızla tecrübe etmemizdir.
İkinci adımsa tesadüfî olandan
evrensel ve asıl olana doğru yapılan soyutlamadır.
Bir cinsin öze ait niteliklerinin
bir tanımını elde ettik mi artık daha üst seviyede bir bilgiye sahibiz
demektir.
Hukuki bir idare, Aristo’ya göre
insanların yeteneklerini en iyi yoldan gerçekleştirebildikleri bir durumdur.
Aristo bu nedenle kamuoyunun
görüşüne kulak verilmesini ve devletin kanunlarla idare edilmesini destekler.
Fakat bu noktada görüşleri
Platon’un Devlet adlı kitabında ima ettiğinden farklıdır.
Yine de Aristo da, hukukun
‘evrensel’ olmadığını düşünür.
Özgür Yunanlı’ya uygulanan kurulu
töre ve kurallar vardır ve köleler ya da barbarlar buna dahil edilemezler.
Aristo ‘eşitlik’ sorununu da ele
alır.
Aristo, sınırlı bir demokrasinin
umabileceğimiz en iyi devlet modeli olduğu sonucuna varır.
Önemli olan aydın yönetimi ve
kamuoyu arasında en iyi dengeyi oluşturabilmektir.
Bu nedenle orta sınıfı önemser.
Orta sınıfın çok olması bu
dengenin garantisidir.
Klasik Dönemin
Sonları
M.Ö. 4. Yüzyılın sonuna doğru
şehir devletleri yerini yeni bir devletin oluşumuna bırakmışlardır.
Helen imparatorluğu. Bütün bir
Helen-Roma dönemi boyunca M.Ö.300’den M.S.400’e kadar eyaletler hem coğrafi hem
de nüfus açısından büyümüşlerdir.
Şehirlerin çözülmesiyle ortaya
çıkan siyasal boşluk yerini yeni dinamiklere bıraktı.
Helen-Roma döneminde toplum için
birey fikri yavaş yavaş etkisini yitirmeye başlıyor.
Yunan şehir-devletlerinde, birey
toplumun organik bir parçası gibi düşünülüyordu.
Her birey toplumda kendi yerini
bulmak ve kendini, değişik kamu faaliyetlerine katılarak gerçekleştirmekle
yükümlüydü.
Her bireyin varlığı ve değeri
toplumun bütününe endeksliydi.
Helen-Roma dönemi boyunca pek çok
açıdan etkin olan iki felsefi akım Epikürcülük ve Stoacılık idi.
Bu iki felsefenin temel sorusu
“bireyin mutluluğu nasıl garanti altına alınabilir” sorusudur.
Şehir devletlerinin düşüşüyle
beraber şu iki eğilimin yavaş yavaş ortaya çıktığı görülmektedir:
1. Bütün insanlar için geçerli
olan evrensel bir hukuk ve bu hukukun her bireyde somutlaştığı fikri
2. Özel yetişme koşullarından ve
toplumsal statüden bağımsız olarak kendi içinde temel bir değer taşıyan özel
birey fikri.
Bu doğal haklar kavramının
köklerinden birini oluşturur.
Var olan tüm yasaların üzerinde
yer alan ve herkes için geçerli olan evrensel normatif bir hukuk vardır.
Bunu ilke olarak bütün insanların
aslında aynı hukuka tabi oldukları ve bir toplumda var olan hukukun bu evrensel
doğal hukuka uymak zorunda olduğu fikri takip eder.
Bunun tam da şehir devletlerinin
bir özelliği olan siyasal katılım yetisinin ortadan kalkmasıyla eş zamanlı
olarak ortaya çıkması dikkate değerdir.
Düzenin (şehir devletleri) yavaş
yavaş çökmeye başlaması bireysel refah ve mutluluğun nasıl elde edileceğine
yönelik sorgulamaların artmasıyla aynı zamanlara tekabül etmektedir.
Epikürcülük
Yaşamdan zevk almalı fakat
düşünüp tartarak.
Yaşamımız boyunca en fazla refahı
ve mutluluğu elde etmek ve en az acı ve ıstıraba katlanmak için hesap
yapmalıyız.
1. Varolan tek ‘iyi’ haz[1]dır.
(Haz=Hedone) Hedonist felsefe.
2. Azami hazzı temin edebilmek için
sadece kontrol edebildiğimiz hazların tadını çıkarmalıyız.
Devleti veya toplumu kendi başına
değer taşıyan unsurlar olarak görmez.
Sadece bireysel haz kendi içinde
bir değere sahiptir.
Devlet ve toplum sadece bireyin
hazzını sağladıkları ve bireyi acıdan uzak tuttukları ölçüde iyidirler.
Yasalar ve adetler sadece
bireysel menfaatleri desteklemek amacıyla var olduklarında bir değere
sahiptirler.
Ancak azami bireysel hazzı
hedeflediği sürece bir ahlak veya bir hukuk sisteminin iyiliğinden söz
edilebilir.
Stoacılık
Bireyler dışsal iyiyi kontrol edemeyebilirler.
Dolayısıyla bireyin yapabileceği
kendini dış faktörlerden bağımsız hale getirmek için çabalamaktır.
Eğer mutluluğu temin etmek
istiyorsa birey, kontrol edemeyeceği dış unsurlardan bağımsız olmalı ve kendi
iç dünyasında yaşamayı öğrenmelidir.
Tıpkı Sokrates ve Platon gibi
Stoacılar da kişinin mutluluğu için gerekli tek şartın, kişinin erdemli bir
yaşam sürmesine bağlı olduğunu ve erdemin de bilgiye dayandığını
söylemişlerdir.
Yaşam koşulları, sağlık, refah
bilge ve erdemli insanın mutluluğunu etkileyemez.
Erdem, akılla yani logosla uyum
içinde yaşamaktır.
En önemli idrak her şeyin bilgece
düzenlendiğini ve olayların gidişine müdahale etmenin ne mümkün ne de arzu
edilen bir şey olduğunu fark etmektir.
Stoacılar insanlara kendi
akıllarını kontrol etmeyi öğütlemişlerdir.
Toplumun organik bir parçası olan
insandan, toplum içindeki özel bireye uzanan vurgu bağlamında ‘akıl’ doğadan ve
sosyal dünyadan ayrılarak, içsel bir unsur olarak anlaşılmaya başlanmıştır.
Bu noktada ahlak felsefesinin de
siyasetten ayrıldığı söylenebilir.
Ahlaktan anlaşılan özel ahlak oluyor.
Stoacılığın ahlak ve hukukla
ilgili görüşleri daha sonra ortaçağ felsefesinde de etkili olmaya devam
etmiştir.
Kinikler, insanlara sahip
olamayacakları nesneler olmadan da tatmin olmayı öğretmeye çalışmışlardır.
Kendilerini toplumdan
uzaklaştırıp ilkel bir hayat yaşamayı tercih ettiler.
Greko-Helen stoacılığı ise sadece
dünyadan el etek çekiş üzerinde değil, görev ve karakter oluşumu üzerinde de
durmuştur.
Roma’lı üst sınıfların
benimsemesiyle beraber Stoacılık gittikçe bir tür devlet ideolojisine
dönüşmüştür.
Göreve, güçlü ve sorumlu bir
karakter yetiştirmeye dayanan, devlet destekçisi bir ahlak sisteminin temelini
hazırladı.
Romalı Stoacılara bakıldığında
ise artık kişinin grubun organik bir parçası olarak kabul edilmediğini ancak
evrensel bir hukuk ve idare sistemi altındaki birey olarak ele alındığını
görürüz.
Burada artık doğal hukuk fikri
tamamen olgunlaşmıştır.
Kişinin dünyası nasıl evrenin bir
parçası ise, aynı şekilde kişinin aklı da evrensel aklın bir parçasıdır.
Meşru siyasal yasalar temelini
doğanın evrensel hukukundan alırlar.
Stoacıların bu düşünceleri
onların sofistlerin ‘rölativizm’inden uzaklaştırmış ve Platon Aristo gibi
düşünürlerin bir takipçisi olarak düşünülmelerini sağlamıştır.
Yine de Platon ve Aristo’dan da
farklılaşan fikirleri vardır ve bunlar gözden kaçırılamayacak kadar önemli
farklardır.
Söz gelimi, Aristo’ya göre temel
hukuki ilkeler insan toplumuna, birincil olarak da şehir devletine bağlıdır.
Stoacılarınsa hukuk üzerine temel
görüşlerinin çıkış noktası şehir devleti ve toplum içindeki insan değil, her
insanda var olan evrensel akıldır.
Cicero bu noktada önemli bir
noktaya işaret eder.
Var olan hukuk ve var olan
eşitsizlikler de doğal hukuk anlayışı ile bir meşruiyet kazanabilir.
Bu evrensel hukuk anlayışı var olan
hukuk kurallarını eleştirmek için kullanılabileceği gibi her yerde var olan
eşitsizliklerinde ‘doğal’ olduğu tezinden yola çıkarak var olan hukukun
doğrulanması ve meşruiyet kazanması için de kullanılabilir pekâla.
Yani toplumda hem muhafazakar hem
de dönüştürücü bir güç olarak anlam kazanabilir.
Stoacıların eşitlik konusundaki
fikirleri belirsizdir.
Örneğin, ortak logosa herkes
katılır ve bütün insanlar bu anlamda eşittir; fakat aynı zamanda kişinin zengin
veya fakir olması, kral veya köle olması iyi ve mutlu bir yaşam konusuyla
temelde alakalı değildir.
Eşitliğin maddi ve siyasal anlamda bir eşitlik
gerektirip gerektirmediği sorusu yanıtsız kalmaktadır.
Doğuştan sahip olunan ve ihlal
edilemez birey hakları fikri ile ebedi ve evrensel hukuk fikri birbiriyle
bağlantılıdır.
Böylesi düşünceler içinde
barındırdığı farklı insan grupları ile Roma imparatorluğunun siyasal sistemi
ile de örtüşmektedir .
Doğal hukuktaki ve Roma
devletindeki yasaların birbiriyle açıkça benzer olmamalarında toplumsal
eleştirinin bir kaynağı mevcuttur.
Ve sözde evrensel olan ile idealde evrensel
olan arasındaki bu farklılık imparator ve papa arasındaki ayrımın da teorik
temeli haline gelmiştir.
Roma hukuku daha sonra Avrupa
hukukunun da temeli haline gelecektir.
Antikitenin sonuna doğru insan
tarafından insan için yaratılan yaşam felsefesi öğretilerinin insanın mutluluğunu
garanti altına alamadığı noktasına gelinmiştir.
O halde mutluluk nasıl elde
edilir ve korunur?
Doğaüstü yollar ve din ile…
Antikitenin sonuna doğru gittikçe artan bir
dini özlem mevcuttu.
Neoplatonizm
Neoplatonizm, Helenistik
zamanlarda ortaya çıkan dini özlemi karşılamak peşindeydi.
Neo-platoncu öğreti kişiyi daha
geniş bir evren resmi içine yerleştirir; bedeni (madde) varlık olmayan; ruhu da
varlık olarak tanımlayarak kötüyü yoksunluk ve varlık olmayan olarak tarih
eder.
Hedef ruhu onun ölümlü kafesinden
kurtarmaktır ki böylelikle kişisel ruh dünya ruhu ile kapsayıcı bir
bütünleşmeyi sağlayabilsin.
Antikite’de Astronomi
İsa’dan yaklaşık 100 yıl önce
yaşamış olan Batlamyus ise o zamana kadar astronomiyle ilgili olan bilgi
birikimini dünyaya, yıldızlara ve gezegenlere dair Aristo’cu görüşe dayanarak
sistemleştirmiştir.
‘Geocentric’ yani dünyayı merkeze
alan bir görüş geliştirmiştir.
Bu anlayış Ortaçağ’da da etkisini
devam ettirmiştir.
Bu dünya görüşünü Eski Ahit’e
dayandıran Kilisenin konu ile ilgili otoritesi Rönesans’la beraber sona
ermiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder